05-18-2015, 10:41 PM | #1 |
Senior Member Üyelik tarihi: Apr 2015
Mesajlar: 14.126
| Kurtuluş Savaşı Hakkında Bilgi KURTULUŞ SAVAŞI Kurtuluş savaşına, istiklal savaşı (har*bi) da denir, bağımsız Türkiye Cumhuriye*ti’nin kuruluşuna temel olan savaş. Birinci Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkan Os*manlı İmparatorluğu, imzaladığı Mon*dros mütarekesi ile kaderini itilaf devletle*rinin insafına terk ediyordu. ( Mondros mütarekesi.) Mütarekeyi imzalayan Ahmet İzzet Paşa hükümeti, mütareke hü*kümlerinin ılımlı bir biçimde uygulanacağını ve Osmanlı devletinin egemenlik haklarına dokunulmayacağını ummaktaydı. Oysa, Türk ulusal varlığını yok derecesine indirme*ye kararlı olan İtilaf devletleri (özellikle İn*giltere), mütarekeyi kendi anlayışları doğ*rultusunda uygulamaya başladılar. Osmanlı ordusunun hızla terhisine, silahlarının alın*masına ve ülkeyi işgale giriştiler. Türkler için durum umutsuz görünüyor*du. Ülke parçalanmış, nüfusu azalmış, halk uzun savaşlarla bitkin düşmüştü. Aydınlar, bağımsızlığı değil, bağımlılığın alacağı bi*çimi tartışıyorlardı. Wilson ilkeleri ve Ameri*kan mandası aydın çevrelerde büyük ümit*ler ve hayaller yaratıyordu. Mütareke uygulamasına ve işgallere ilk tepkiler, Rum ve Ermeni nüfusun yoğun olduğu bölgelerde ortaya çıktı. Buralardaki Rumluk ve Ermenilik davalarına karşı Türk*ler; kendi hukuklarını korumak ve temsil et*tikleri bölgelerin Türkiye’den koparılmasını önlemek için “Müdafaai Hukuk” örgütleri oluşturmaya başladılar. Yunanlıların İzmir’i işgali ve Anadolu iç*lerine ilerlemesine Türklerin tepkisi ani ve sert oldu. İlerleyen yunan birlikleri ordu ve milis güçlerinin silahlı direnişiyle karşılaştı. İzmir’in işgalinden bir gün sonra 9. Or*du müfettişliği göreviyle İstanbul’dan ayrılan Mustafa Kemal Paşa’nın (AtaTürk), 19 Mayıs 1919’da Samsun’dan Anadolu’ya geçişiyle Türk ulusal hareketi ihtiyaç duydu*ğu önderliğe kavuştu. Mustafa Kemal Paşa’ya verilen görev, Müslüman ve Hıristiyan çatışmalarını yatıştırmak, bölgede faaliyet gösteren çeteleri dağıtmak, kalan Türk bir*liklerinin terhisine ve silahsızlandırmasına nezaret etmekti. Ama o, bunun yerine Türk anayurdunun işgale karşı silahlı direnişini örgütlemeye koyuldu. Mustafa Kemal Paşa, 22 Mayıs’ta Hav*za’dan kolordu komutanlarına gönderdiği bir genelgeyle “mülkiye memurlarının gü*vene layık olanları ile işbirliği halinde bağımsızlığın savunulması ve gerekli teşkila*tın yapılması” gereğine dikkat çekiyordu. (Havza genelgesi.) Amasya’da Ali Fu*at Paşa (Cebesoy), Hüseyin Rauf (Orbay), Refet (Bele) beylerle görüştükten ve mer*kezi Erzurum’da bulunan XV. Kolordu’nun komutanı Kâzım Karabekir ve Konya’daki Yıldırım kıtaatı müfettişi Mersinli Cemal Pa*şa ile ilişki kurduktan sonra, sivil ve askeri makamlara 22 Haziran’da gönderdiği ge*nelgede “milletin istiklalini yine milletin azim ve kararının kurtaracağı” belirtiliyor ve “mil*letin sesini dünyaya duyurmak” için Sivas’ta ulusal bir kongrenin toplanacağı bildiri*liyordu. (Amasya genelgesi, Amasya kararları.) Bu, ulusal hareketin başlatıl*masının açıkça ilanı niteliğindeydi. İngilizler’in isteği üzerine hükümetin İstanbul’a dönmesi konusunda yaptığı ısrarlı çağrılara uymayan Mustafa Kemal Paşa, görevi*ne son veren padişah iradesi üzerine as*kerlik mesleğinden istifa ederek “Sine-i mil*lette bir ferd-i mücahit olarak” çalışacağı*nı açıkladı. 23 Temmuz 1919’da toplanan Erzurum kongresi, bölgesel amaçlı bir kongre olmasına karşın ulusal düzeyde de kararlar aldı. Mondros mütarekesi imzalan*dığında var olan fiili sınırların vatan toprak*ları sayılmasını ve Rumluk ve Ermenilik da*vasına hizmet edeceğinden her türlü işgale karşı konulmasını kararlaştırdı. ( ERZU*RUM KONGRESİ.) Mustafa Kemal Paşa, kongrece saptanan amaçlara ulaşmak için her türlü yönetsel ve siyasi önlemi almaya yetkili kılınan “Heyeti Temsiliye”nin de baş*kanlığına seçildi. Erzurum kongresi sürer*ken ve sonrasında Batı Anadolu’da da ulu*sal kongreler toplanıyor (İkinci Balıkesir kongresi, 26-30 Temmuz; Nazilli kongresi, 6-9 Ağustos, Alaşehir kongresi, 16-25 Ağustos), böylece ulusal hareket bölgesel kong*relerle olgunlaşıyordu. Sivas kongresi (4-12 Eylül), Erzurum Kongresi’nde kabul edilen ilkeleri ve tüzüğü bölgesellikten kurtararak ulusallaştırdı, Amerikan mandası fikrini red*dederek tam bağımsızlık düşüncesine ke*sinlik kazandırdı. Bütün direniş örgütlerini, kurduğu Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hu*kuk Cemiyeti’nde birleştirdi. Cemiyetin TBMM’ nin açılışına kadar ulusal hareketi yürütecek Heyeti Temsiliye’sini oluşturdu. ( SİVAS KONGRESİ) İstanbul hükümeti*nin Mustafa Kemal Paşa’yı tutuklama ve kongreyi engelleme girişimi başarısızlığa uğratıldı. (ALİ GALİP OLAYI.) Kongre kar*şısındaki tutumu İstanbul hükümetini Ana*dolu ile sert biçimde karşı karşıya getirmişti. Anadolu 23 gün süreyle İstanbul ile ilişkiyi kesti. Hükümet yanlısı idare amirleri tutuk*landılar ya da kaçmak zorunda bırakıldı*lar. Sadrazam Damat Ferit Paşa bu durum karşısında istifa etmek zorunda kaldı (30 Eylül). Bu, ulusal hareketin gücünü göste*riyordu. Mustafa Kemal Paşa ve Heyeti Temsiliye, işgal altında bulunmayan bütün illerde askeri ve sivil makamlara ve sivil ulu*sal güçlere yetkisini kabul ettirmiş, İstan*bul’un karşısında ikinci bir iktidar odağı ola*rak yerini almıştı. Ali Rıza Paşa’nın kurdu*ğu (2 Ekim) yeni hükümet, ilk iş olarak Ana*dolu ile ilişkiye geçti ve Bahriye nazırı Sa*lih Paşa’yı Mustafa Kemal Paşa ile görüş*mek üzere Amasya’ya gönderdi. Amasya buluşması (20-22 Ekim) sonucu İstanbul hükümeti, toplanması öngörülen Meclisi Mebusan’ın da onaylaması koşuluyla Sivas kongresi kararlarını kabul ediyordu. (AMASYA BULUŞMASI, AMASYA PROTOKOLLE*Rİ.) Böylece Amasya Tamimi’nden Sivas kongresi’ne kadar adım adım geliştirilen ulusal bağımsızlık hareketi İstanbul hükümetince resmen tanınmış oluyordu. İstanbul’da toplanacak olan Meclisi Mebusan için, Kasım 1919’da yapılan seçim*ler büyük ölçüde Müdafaai hukuk örgüt*lerince desteklenen adayların kazanmasıy*la sonuçlandı. Bu arada Heyeti Temsiliye Si*vas’tan işgal altındaki Batı ve Güney Anadolu ve İstanbul ile haberleşme olanakları daha fazla olan Ankara’ya taşındı (27 Aralık 1920). Bundan sonra Ankara, zafere ka*dar ulusal hareketin merkezi oldu. 12 Ocak’ta çalışmalarına başlayan Mec*lisi Mebusan, 17 Şubat’ta, Erzurum ve Si*vas kongrelerinde belirlenen esaslara gö*re Türkiye’nin kabul edebileceği barış koşullarını tüm dünyaya ilan etti (Misakı Milli Beyannamesi). Misakı Milli’nin ilanı İtilaf Devletleri’ni memnun etmemişti. Ankara’ya yerleşen Mustafa Kemal ve Heyeti Temsiliye, İstanbul’da kendisini destekleyen bir meclis ve belirli ölçüler içinde tanıyan bir hükümetle kuvvetli durumda görülüyor*du. Başkentteki gizli gruplar Anadolu ha*reketini daha aktif biçimde destekler du*ruma gelmişlerdi. Bu gelişmelerden en*dişelenen İngilizler, siyasetlerini sertleştir*mek yoluna gittiler. 16 Mart’ta İstanbul res*men işgal edildi ve fiili işgal pekiştirildi. 18 Mart’ta Meclisi Mebusan çalışmalarını ta*til etti. Meclisi Mebusan’ın tatilinden bir gün sonra Mustafa Kemal Paşa, olağanüstü yetkilere sahip bir meclis için seçim yapıl*masını istedi. Meclis, Heyeti Temsiliye’nin yerleştiği Ankara’da toplanacak, Meclisi Mebusan’ın Ankara’ya gelebilen üyeleri de bu meclise mebus olarak katılabilecek*lerdi. Bu arada İstanbul’dan Ankara’ya bir subay ve sivil akını başladı. Damat Ferit Paşa’nın yeniden sadrazam atanması (5 Nisan), İstanbul’un, ulusal harekete karşı siyasetini sertleştirdiği anlamına geliyordu. Padişah ve hükümeti, yükselmekte olan ulusal harekete karşı siyasi, dini, askeri tüm olanaklarını kullanarak saldırıya geçti. 11 Nisan’da, şeyhülislam Dürrizade Abdul*lah’ın ulusal harekete katılanların “padi*şah ve halifeye karşı asi oldukları ve katil*lerinin meşru ve farz olduğuna” ilişkin fetvasını yayımladı. Ulusal harekete karşı var olan ayaklanmaları desteklediği gibi, işi bizzat ele alarak 18 Nisan’da “Kuvay-ı İnzi*batiye” adıyla bir kuvvet oluşturdu. 23 Nisan’da Ankara’da toplanan ve Mustafa Kemal Paşa’yı başkan seçen meclis (Türkiye Büyük Millet Meclisi) bu girişimlere karşılık vermekte gecikmedi. Ulusun kaderini eline almış bir kurul ola*rak 29 Nisan’da meşruluğuna karşı duranları vatan haini sayan Hıyaneti Vataniye Ka*nunu’nu kabul etti. 4 Mayıs’ta bu meclis bir Bakanlar kurulu (Heyeti Vekile) atadı. 5 Mayıs’ta İstanbul’un fetvasına karşı, An*kara müftüsü Rıfat Efendi (Börekçi) tara*fından çıkarılan ve 152 müftü tarafından onaylanan fetva yayımlandı. Kararlaştırılan barış koşullarını Türkiye’ ye kabul ettirebilmek için gerekli kuvveti doğuda bulunduramayan İngiltere, bu iş için Yunan askerlerini kullanmak eğilimindeydi. Daha büyük pay almak amacıyla İngiliz çıkarları için kullanılmaya gönüllü olan Yunan kuvvetleri Milne Hattı’nı geçe*rek ileri harekâta başladılar (22 Haziran 1920). Ciddi bir direnişle karşılaşmadan Balıkesir (30 Haziran), Nazilli (3 Temmuz), Bursa (9 Temmuz) ve Uşak’ı (29 Ağustos) işgal ettiler ve Izmit-Sapanca-Eskişehir- inegöl-Gediz-Uşak-Sarayköy çizgisine ulaştılar. Yunanlılar, Batı Anadolu’daki iler*leyişleri sürerken 20 Temmuz’da Doğu Trakya’da da saldırıya geçtiler. 20 Temmuz’da Tekirdağ, 23 Temmuz’da Lülebur*gaz ve Babaeski, 25 Temmuz’da Kırklare*li ve Edirne işgal edildi. Kolordu komuta*nı Cafer Tayyar Bey (Eğilmez) Yunanlılar’a tutsak düştü. Bu arada İtilaf devletleri ile İstanbul hü*kümetinin temsilcileri arasında Sevr Antlaşması imzalandı (10 Ağustos 1920). Antlaşma, Türkler’i ulusal varlıklarını savuna*cak her şeyden yoksun bırakıyor, Orta Anadolu’da gölge bir devlet durumuna getiriyordu. ( Sevr Antlaşması.) İtilaf Devletleri’nin padişahın uysal hükümetine empoze ettiği bu Antlaşmayı Ankara’daki TBMM tanımadı ve onu imzalayanlarla saltanat şûrasında onaylayanları vatan ha*ini ilan etti (19 Ağustos). 1920 Eylülünde siyasal durumun olgunlaşması üzerine TBMM, Doğu cephesi komutanlığına Ermeniler’e karşı askeri harekat için izin ver*di. 28 Eylül’de taarruza geçen Türk kuvvet*leri 29 Eylülde Sarıkamış’ı, 30 Ekim’de de Kars’ı kurtardıktan sonra 7 Kasım’da Gümrü’yü ele geçirerek Ermeniler’i barış iste*mek zorunda bıraktı (Gümrü Antlaşması, 2 Aralık 1920). Böylece, Misakı milli’nin Kafkasya için öngördüğü ulusal sınır, Iğ*dır ve Tuzluca ilçeleri ile Kars geri alına*rak gerçekleştirildi. Böylece; Doğu Cephesi’nde kazanılan bu zaferle Kurtuluş Sava*şı’nın bir cephesi kapanmış, asıl savaşın verileceği Batı Cephesi’ne kuvvet kaydır*mak olanağı sağlanmış oluyordu. 1920 yılı sonlarında Batı Cephesi’ndeki Kuvay-ı Milliye birlikleri tasfiye edilerek düzenli ordu birliklerine dönüştürüldü. Yu*nanlıların 1921 Ocak ve Martında gerçekleştirdiği iki saldırı, İnönü’de durduruldu. (İnönü Savaşları) İkinci İnönü Savaşı’nda aldıkları yenilgi*den sonra Yunanlılar yeni bir stratejik sal*dırı için hazırlanmaya başladılar. Yunan ta*arruzu 10 Temmuz 1921’de başladı ve hız*la gelişti. Afyon ve Kütahya, Yunanlılar’ın eline geçti. Türk komutanlığı ordunun yeniden düzene sokulması için kademe ka*deme Sakarya gerisine çekilmesine karar verdi. Batı cephesi kuvvetleri 25 Temmuz akşamına kadar Sakarya gerisine çekildiler. 10 Temmuz’dan 25 Temmuz’a kadar aralıksız süren bu savaş sonunda Yunan*lılar, önemli toprak kazançları sağladılar, ama öngördükleri biçimde Türk kuvvetle*rini yok etmeyi başaramadılar. (Kütahya-Eskişehir Savaşları.) Ordunun Sakarya’nın doğusuna çekil*mesi, tehlikenin Ankara yakınlarına kadar gelmesi birtakım olağanüstü önlemleri gündeme getirdi. Mustafa Kemal, Meclis’in bütün yetkilerine sahip olarak başko*mutanlığa getirildi. Ordunun donatımı için halktan fedakârlık istendi (Tekalifi Milliye Emirleri). Doğu ve Güney Cephesi’ndeki birlikler Sakarya’ya kaydırıldı. Yunan birlikleri 13 Ağustos’ta ileri hare*kâta başladılar ve 23 Ağustos’ta Sakarya’daki Türk cephesiyle temasa geçtiler. 23 Ağustos’ta başlayan Sakarya Meydan Sa*vaşı 22 gün ve gece Aralıksız sürdü ve Mustafa Kemal’in bizzat komuta ettiği Türk kuvvetlerinin kesin zaferiyle sonuçlandı. 13 Eylül’de Yunan kuvvetleri Sakarya’nın batısına atıl*mıştı. Sakarya zaferi Kurtuluş savaşı’nın dö*nüm noktası oldu. Bu zamana kadar Yunanlılarda bulunan taarruz insiyatifi Türkler’e geçti. Sakarya zaferi Türkiye’nin dış siyasetinde de yeni gelişmelere yol açtı. 13 Ekim’de Kafkasardı devletleri (Gürcis*tan, Azerbaycan, Ermenistan) ile Kars Antlaşması imzalandı. Fransa ile imzalanan Ankara İtilafnamesi ile Kuvay-ı Milliye bir*liklerinin Ocak 1920’den beri savaşını ver*dikleri Güney cephesi kapanmış oldu. Sakarya’dan sonra, taarruz sırası Türkler’e gelmişti. Yaklaşık bir yıl süren hum*malı bir hazırlıktan sonra Türk ordusu 26 Ağustos 1922 sabahı taarruza geçti. ( BÜYÜK TAARRUZ) 30 Ağustos’ta düşmanın asıl kuvvetleri büyük ölçüde imha ve esir edildi. ( BAŞKOMUTAN MEYDAN SAVAŞI.) Yunan ordusunun imhadan kurtulan bir*liklerini izleyen Türk kuvvetleri, 9 Eylül’de İzmir’e girdi. 18 Eylül’de son Yunan asker*leri Bandırma’dan Anadolu’yu terk ettiler. Mudanya Mütarekesi (11 Ekim 1922) ile İtilaf devletleri İstanbul’da, Boğazlarca ve Doğu Trakya’da Türk egemenliğinin kurul*masını kabul ettiler. (MUDANYA MÜTAREKESİ) Lozan Antlaşması ile (24 Temmuz 1923) Kurtuluş savaşı siyasi olarak da so*na erdi. Kurtuluş Savaşı’nı yürüten kadronun çe*kirdeğini, asker ve sivil Milliyetçi aydınlar oluşturuyordu. Birinci Dünya Savaşı’na gi*rerken orduda geniş bir operasyon yapılmış, eski kadrolar tasfiye edilerek genç su*baylar büyük sorumluluk mevkilerine getirilmişti. Bu subayların çoğu İttihat ve Te*rakki hareketi içinde yetişmişler ve Birinci Dünya Savaşı deneyinden geçmişlerdi. Bu kadro, Milliyetçi sivil aydınlarla birlikte Kurtuluş Savaşı’nın belkemiğini oluşturur. Eşraf, Kurtuluş Savaşı’nda ağırlıklı biçim*de yer aldı ve direnme hareketinin gerek*tirdiği mali kaynakların sağlanmasında, Kuvay-ı Milliye müfrezelerinin hazırlanma*sında vazgeçilmez bir rol oynadı. Ulusal harekete katılan din adamları, şeyhler, ağalar, aşiret reisleri, halkla öncü kadro*lar arasında köprü işlevi gördüler, para ve asker sağlanmasında etkili oldular. Kurtuluş savaşı’nın maddi ve mali kaynakları, büyük ölçüde Anadolu hal*kının özverisiyle sağlandı. TBMM Anka*ra’da çalışmalarına başlayıncaya kadar Müdafaai Hukuk Cemiyetleri ve onlara bağlı çeteler tümüyle halkın “nakdi ve ayni” bağışlarıyla yaşamlarını sürdürmüş*lerdi. Heyeti Temsiliye bir hükümet gibi davranarak vali ve komutanlara buyruk*lar verse de vergi toplayamıyordu. Heyeti Temsiliye’nin giderleri için sınırlı miktarda para bulmak bile bir sorun olmaktaydı. Si*vas kongresi ulusal hareketin parasal so*rununu ele almış, ancak bu konuda bir karara varmaktan kaçınmıştı. Para toplan*ması işi Müdafaai Hukuk Cemiyetleri aracılığıyla halkın yurtseverliğine bırakılmış*tı. Ulusal hareket, Anadolu’nun gelirlerine ancak TBMM çalışmaya başladıktan sonra el koyabildi. Düyunu Umumiye ida*resi ile varılan anlaşma sonucu bu idare*nin topladığı vergilere el konuldu. Öteki devlet gelirleri de Ankara’nın eline geçti. Ancak bu gelirler bir Kurtuluş Savaşı’nın örgütlenmesi için yeterli değildi. Tekalifi Milliye emirleri ile halkın özverisi son sınır*larına kadar zorlandığı gibi dış kaynaklar arama yoluna da gidildi. Özellikle Sovyetler Birliği’nden önemli miktarda para (11 000 000 altın ruble) ve askeri malze*me (39 275 tüfek, 327 makineli tüfek, 54 top, yaklaşık 63 000 000 tüfek mermisi, 147 079 top mermisi, 4 000 el bombası, 4 000 şarapnel, 1 500 kılıç, 20 000 gaz maskesi) sağlandı. Kurtuluş savaşı boyunca Ankara, ger*çekçi bir dış siyaset izledi. İtilaf devletleri ve onların desteklediği Yunanistan ile sa*vaşan Türkiye için İtilaf Devletleri’ni dengeleyecek bir müttefike gerek vardı. Bu zorunluluk, aradığı dış desteği Batı’da bul*masına olanak bulunmayan Ankara hükü*metini, siyasal ve ideolojik nedenlerle Türk ulusal hareketine ilgi duyan Sovyetler Bir*liği ile yakınlaşmaya yöneltti, ilk resmi te*mas, Mustafa Kemal Paşa’nın, Lenin’e TBMM’nin açılışından üç gün sonra gön*derdiği, taraflar arasında askeri ve siyasi bir ittifak öneren mektubuyla başladı. Sov*yet Dışişleri komiseri Çiçerin’in imzasını ta*şıyan cevabi mektupta, Sovyetler Birliği’ nin Ankara hükümetini tanıdığı bildirilmek*le birlikte, bir ittifak Antlaşmasından söz edilmiyordu. Sovyetler’le ilişkiler bazı pü*rüzlere karşın sürdü ve 16 Mart 1921’de imzalanan dostluk Antlaşmasıyla (Mosko*va Antlaşması) sonuçlandı. Bu, Ankara’ nın ilk siyasi başarısıydı. Moskova Antlaşması ile ulusal hareket doğu sınırlarını gü*ven altına aldığı gibi siyasi durumunu da güçlendirmiş oluyordu. Ankara’nın Batı’ya karşı dış siyasetinin hedefi, İtilaf devletleri arasında baş gösteren çelişkilerden olabildiği ölçüde yarar*lanmak ve Yunanistan’ı siyasi düzeyde mümkün olduğu kadar yalnız bırakmak*tı. Suriye ve Irak’taki askeri başarılarıyla Türkiye’nin yenilgisinde başlıca rolü oyna*yan İngiltere, Türkiye’nin ağır biçimde ce*zalandırmasından yanaydı. Ancak, bu*nun için doğuda gerekli kuvveti bulundur*ma olanağından yoksun olduğundan Yu*nanistan’ı öne sürmüştü. Ancak bu politi*kayı uygulamanın sanıldığı kadar kolay ol*madığı bir süre sonra ortaya çıktı. Özel*likle Kafkas cumhuriyetlerinin bolşevikleştirilmesinden sonra İngiltere, bu politika*sını yeniden değerlendirmek zorunda kal*dı. 1920 sonlarında İngiltere’nin ulusal ha*rekete karşı tutumunda değişiklikler göz*lenmeye başlandı. Desteklediği Venizelos’un iktidardan uzaklaştırılmasından sonra İngiltere önce Yunanistan’a mali yar*dımı kesti, daha sonra Türk-Yunan Sava*şı’nda tarafsızlığını açıkladı. Müttefikler, Türkiye’nin temsilcisi olarak resmen İstanbul hükümetini tanımakla birlikte, Türkiye ile sorunlarını Ankara hükü*metini yok sayarak sonuçlandıramayacaklarını çok geçmeden anladılar. Londra Konferansı’na önce İstanbul hükümeti ara*cılığıyla, daha sonra doğrudan, Ankara hükümetini çağırmak zorunda kaldılar. Konferans sırasında İstanbul’un temsilci*si Tevfik Paşa’nın, sözü Ankara hükümeti temsilcisine bırakması üzerine Türkiye’nin tezleri Ankara’nın temsilcilerince ileri sü*rüldü. Konferans sırasında Ankara hükü*metinin Dışişleri bakanı ve temsilcisi Be*kir Sami Bey, İngiliz, Fransız ve İtalyan tem*silcileriyle ayrı ayrı anlaşmalar imzaladı. Bunlardan İngiltere ile yapılanı esirlerin değiştirilmesine ilişkindi. Fransa ve İtalya ile yapılanlarsa bu devletlerle çatışmaya son veriyordu. TBMM, İtilaf Devletleri’ne Türkiye’nin kabul edemeyeceği ödünler veren bu antlaşmaları onaylamadı. Fransa, Ankara ile bir anlaşma yap*mak üzere 9 Haziran 1921’de Franklin – Bouillon’u Ankara’ya göndermişti. Ancak, antlaşma, Sakarya’daki Türk zaferi Fransa’ nın tereddütlerini giderdikten sonra 20 Ekim 1921’de imzalanabildi. Bu Antlaşma (Ankara İtilafnamesi) Fransa ile çatışma*ya son veriyor, Güney Cephesi’ni güven altına alıyordu. Ayrıca Fransa, hazırlayıcı*larından biri olduğu Sevr Antlaşması’nın uygulanma olanağı olmadığını kabul et*miş oluyordu. 1922 başlarına gelindiğinde Sovyetler Birliği’nin desteği sağlanmış, Fransa ve İtalya ile çatışmaya son verilmiş, böylece İngiltere ve Yunanistan’a karşı hareket ola*nağı genişlemişti. Türk Kurtuluş Savaşı’nın bir özelliği de, dış düşmana karşı verilen savaş sırasın*da adım adım yeni Türk devletinin kurumlarını yaratmasıydı. Ulusal hareketin os*manlı hanedanının tasfiyesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması sonucunu do*ğurması, onu gerçekleştiren kadronun önemli bir bölümünün amaçlamadığı, hatta karşı olduğu bir olguydu. Türk ulu*sal hareketinin amacı, işgal altındaki va*tan topraklarını kurtarmak, hilafet ve sal*tanatın hukukunu müdafaa ve temin ola*rak açıklanıyordu. Ancak TBMM, fiilen “bir halk devleti ve hükümeti” oluşturmuş ve en yüksek yetkili organ olarak ulusun kaderini eline almıştı. Bu meclisin yaptığı anayasanın (Teşkilatı Esasiye Kanunu) bi*rinci maddesinde, egemenliğin “kayıtsız şartsız” ulusun olduğunun açıklanması demokratik cumhuriyete yönelişin bir işa*retiydi. Ayrıca Meclis kendi konumunu “milletin yegâne ve hakiki mümessili” ola*rak tanımlıyordu. Devletin adı da “Türki*ye Devleti” olarak anılıyordu. Bunlar, uzun vadede saltanatla bağdaşamayacak siya*sal ilkelerdi ve Türkiye’nin islami bir impa*ratorluktan ulusal devlete geçiş sürecinin kesin adımlarıydı. Bu süreç, askeri zafe*rin ardından Cumhuriyet’in ilanı, daha sonra da hilafetin kaldırılmasıyla noktalan*dı. |
Bookmarks |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | Arama |
Stil | |
| |