12-09-2015, 10:23 PM | #1 |
Senior Member Üyelik tarihi: Apr 2015
Mesajlar: 14.126
| Memlük Devleti Tarihçesi
Tolunoğulları ve İhşidîler devletlerinde de ehemmiyetli bir yer tutan memlûk kuvvetlerinin sayısı, özellikle Eyyûbîler döneminde olağanüstü arttı. Bu devrede memlûkların eğitimi için, iki kışla kuruluş edildi. Kışlalardan biri Melik Sâlih Necmeddîn tarafından Mısırın başkenti’de, Nil Nehri üzerinde bulunan Ravda Adasında heyetmişti. Burada Kıpçak Türkü olan memlûklar, eğitim görürler ve kışlaları su ortasında olduğu için “Memâlik-i Bahriye” (Deniz Köleleri) veya “Memâlik-i Türkiye” isimi ile anılırlardı. İkinci kışla ise, daha sonra, bizzat Memlûk Sultânı Melik Mansur Kalavun tarafından, yeniden Mısırın başkenti’de, Kal’atü’l-Cebel denilen kalenin burçlarında heyetti. Burada eğitim görenler, “Memâlik-i Burciyye” isimiyle anılırlardı. Bunlar, daha çok, Kafkaslardan kazançlan Çerkes köleler oldukları için, “Memâlik-i Çerâkise” diye de anıldılar. Memlûk Devletini, Bahrî Memlûkları kurduğu halde, daha sonra Burcî Memlûkları, idareyi ele geçirmişlerdir. Bahrî Memlûkları: Devlet idaresinde kademe kademe yükselen Bahrî Memlûkları, kendi aralarında anlaşıp güçlenerek, Eyyûbî Hânedânının zayıf bir hatıranı kollamaya başladılar. Son Eyyûbî Sultanı Turan Şah, Bahrî Memlûklarına karşı tavır alınca, 1249 seneninde öldürüldü. Yerine daha önceki sultan Melik Necmeddîn Sâlih’in dul karısı Şecer-üd-Dürr Sultan ve Memlûklardan Muizzüddîn Aybek, silahlı güç komutanı atadı. Bir kaç ay sonra da Şecer-üd- Dürr,Muizzüddîn Aybek’le izdivaç edip sultanlığı ona devretti. Böylelikle, müstakil ilk Memlûk Sultanı olarak tahta geçen Aybek, Memlûklar arasında, dindarlığı, bonkörlüğü ve görüşlerinin isabetliliği ile tanınmaktaydı. Aybek’in tahta çıktığı sırada, Irak’ta, Moğol tehlikesi baş gösterdi. Halîfe, Aybek’ten yardım istedi. Ancak bu sırada Aybek, iç başkaldırılarla meşguldü. Bilhassa Bahrî Memlûkları öncülerinden Aktay’ın nüfuzunu gittikçe arttırması, Aybek’i korkuttu. Bu sebeple Aybek, bir fırsatını kollayıp, Aktay’ı öldürttü. Bunun üzerine Bahrî Memlûklarının büyük bölümü, Suriye’ye kaçtı. Aybek, iç ve dış tehlikelerin hepsini ortadan kaldırıp, düşmanlarına muvaffakiyet ile karşı koyarak, bütün zorlukları yenmişken, Musul Hakimi Bedreddin Lü’lü’ün kızı ile nişanlanınca, karısı Şecer-üd-Dürr tarafından öldürtüldü. Birkaç gün sonra da Şecer-üd-Dürr öldürüldü. Tahta geçen Aybek’in erkek çocuğu Sultan Nureddin Ali’nin saltanatı, iki yıl kadar sürdü. Moğolların, Suriye’ye yaklaşmaları üzerine saltanat naibi Kutuz, Mısır Âyânı ile buyrukların ileri gelenlerini toplayarak, Sultan Nureddin’in güç vaziyetlerin adamı olmadığını, ancak herkesin kendisine itaat edeceği kudretli bir kişinin sultan olmasıyla, Moğollara karşı konulabileceğini söyledi. Bu sırada Bağdat’ın Moğollar tarafından alındığı ve Abbasî halîfesinin öldürüldüğü haberi geldi. İslâm âlemi, dehşet içinde kaldı. Bu büyük tehlikenin, ancak Kutuz gibi değerli bir kumandan tarafından karşılanabileceğini anlayan Mısır halkı ve ileri gelen buyruklar, Kutuz’a saltanat öneri ettiler. Neticede daha çocuk olan Sultan Ali tahttan indirilerek, Kutuz sultan duyuru edildi. Süratle ilerleyen Moğol silahlı güçleri, İslâm ülkelerini çiğneyerek, Memlûkların en değerli eyaletlerini aldılar ve Mısır kapılarına dayandılar. Sultan Kutuz, hazırladığı büyük bir silahlı güç ile, Moğolları karşılamak üzere Suriye’ye gitti. 1260 yılında, Ayn-ı Câlût tecrübe et ve zamanıyla hazret-i Davud’un, Câlût’u yendiği söylenti edilen yerde, iki silahlı güç karşı karşıya geldi. Moğollar, ilk anda üstünlük sağladılarsa da, Sultan Kutuz’un dirayetli kumandası sayesinde mağlubiyete uğradılar. Kaçan Moğolları takip eden Sultan, Moğol başkumandanı Ketboğa Noyan da dahil olmak üzere, Moğolların hepsini kılıçtan geçirdi. Zafer, İslâm âlemini büyük bir sevince boğdu. Zira, Moğolların Mısır’a hakimiyetleri, İslâm âlemi için büyük yıkım olurdu. Zafer nihayetinde, Şam’a gelen Sultan Kutuz, Habeşistan’dan Fırat kıyılarına kadar olan yerleri hakimiyeti altına aldı. Cihadını, Moğollarla işbirliği yapan Latinlere karşı devam ettirdi. Sultan Kutuz, Ayn-ı Câlût Zaferinde, Türk silahlı gücünün lider birliklerine kumanda eden Baybars’a, vaad ettiği Halep umumî valiliğini vermediği için, onun tarafından öldürüldü. Sultan Kutuz’un yerine, 1260 yılında Sultan olan Baybars’ın, Eyyubî Hânedânının iktidardan uzaklaştırılıp, Türk Memlûklarının iktidarı ele geçirmelerinde, birinci derecede rolü oldu. Sultan Baybars, tahta çıktığında, İlhanlılarla Haçlılar, Memlûkları ve İslâm âlemini tehdit ediyorlardı. Baybars, 1258’de Hülâgu’nun, Abbasîleri Bağdat’tan çıkarmasına karşılık olarak, Abbasîlerden El-Muntasır’ı 1261’de, Mısırın başkenti’de, halife duyuru etti. Bu davranışı ile, bütün Sünnî Müslümanların takdirini kazandı. Memlûkların, başşehirleri Mısırın başkenti’de halifelere yer verip, saygı etmeleri, onlara İslâm âleminde büyük bir manevî nüfuz kazandırdı. 1265’te, Haçlıların elinde bulunan Suriye kıyılarındaki bir hayli kaleyi alan Sultan Baybars, Kilikya Rumları ve Ermeniler üzerine de bir silahlı güç gönderdi. Bu seferde, Ermenilerin başı, tutsak alınarak Sis (Kozan) zaptedildi. 1268 yılında, tekrar sefere çıkan Sultan Baybars, Haçlıların son destek noktaları olan Antakya’yı alarak, prensliklerini yıktı. Bir sene sonra da Hicaz’a gittikçe hac farîzasını eda etti. 1270 ve 1271’de tertip ettiği yeni seferlerde, Haçlıların son sığınakları olan Askalan ve Kerek kalesini almaya başardı. Bir sene sonra vuku bulan iki İlhanlı taarruzuna da, başarıyla karşı koyarak, 1274 yılında Anadolu’ya girdi ve Sis’i ikinci kez zaptetti. Sultan Baybars, Anadolu’yu İlhanlı tahakkümünden kurtarmak üzere, bir bölüm Selçuklu Beylerinin çağrısıyla 1277’de harekete geçti. Elbistan’da İlhanlı silahlı gücünü bozup, Kayseri’ye girdi. Ancak, idare merkezinden fazla uzaklaştığı için Şam’a döndü. Haziran 1277’de, kısa bir rahatsızlıktan sonra, elli dört yaşında vefat etti. Şam’a defnedildi. Sultan Baybars, Moğol hakimiyetinin Suriye ve Mısır’a taşınmasına net şekilde mani olup, Haçlıların iki yüz seneden fazla süren Ortadoğu işgaline bitirdi. Büyük bir kumandan ve devlet adamı olan Baybars, dirayeti sayesinde, devletin iç ve dış politikanını muvaffakiyet ile yürüttü. Devlet örgütünde ehemmiyetli ıslahat yaptı. Baybars’ın ölümü üzerine, yerine erkek çocuğu Nâsireddin Berke geçti. Ancak, izlediği politika yüzünden, kısa bir müddet sonra ümera (buyruklar) ile arası açılan Nâsireddin Berke, iki sene kadar sonra, kendi isteği ile tahttan çekildi (1279). Yerine Baybars’ın diğer erkek çocuğu Bedrüddin Sülemiş geçti. Buyruklardan Kalavun da saltanat nâibi oldu. Yeni sultanın küçük yaşta olmasından yararlanan Kalavun, iktidarı ele geçirdi ve kendisine saltanat yolunu açma çalışmalarında bulundu. Sülemiş ve Kalavun yerine sikke kesildi ve hutbe okundu. Aynı senenin Kasım ayında ümeranın muvafakatini de alan Kalavun, Sülemiş’i tahttan indirerek, sultanlığını ilan etti. Kalavun, tahta geçtikten sonra diğer Memlûk sultanlarının karşılaştıkları güçlüklerle karşılaştı. İç sorunlarını yoluna koyduktan sonra, İlhanlılara karşı Baybars’ın siyasetini izledi. 1280 ve 1281 senelerinde, İlhanlıların Suriye’ye yaptıkları iki seferi bertaraf eden Kalavun, 1285 senesine kadar Sungur ile meşgul oldu. Bu yüzden Haçlılarla savaşa girmekten kaçındı ve on senelik bir sulh anlaşması yaptı. İşlerini yoluna koyar koymaz, Avrupa’dan yardım alamayan Haçlı kalıntılarını, tamamiyle ortadan kaldırmak için harekete geçti. Buyruk Hüsameddin emirinde bir orduyu, Antakya Haçlı Prensliğinin son kalıntılarının toplandığı Lazkiye’ye gönderdi ve 1287 senesi Nisan ayında, şehir fethedildi. 1289 senesinde Kalavun, kuvvetli bir ordu ile Trablus’u abluka etti ve Nisan ayının sonlarında ele geçirdi. 1290 senesinde Akka’ya gelen bir Haçlı grubu, civardaki Müslüman topraklarına hücum edip, kimi tüccarları öldürdüler. Bunun üzerine, Kalavun büyük bir ordu hazırladı. Ancak Mısırın başkenti’den ayrılmak üzereyken, 1290 senesinde vefat etti. Kalavun’un vefatından sonra yerine erkek çocuğu Eşref Halil geçti. Halil, tahta geçer geçmez, Memlûkların başkaldırısı ile karşılaştı ve kısa sürede bastırdı. Babasının, Akka’yı Haçlılardan almak için hazırladığı tasarısı tatbike girişti. Sultan Halil, 1291 senesi Nisan ayında, ordusu ile Akka’yı abluka etti ve şehir on sekiz Mayısta fethedildi. Akka’nın düşmesinden sonra, Suriye’deki Haçlı kaleleri birer birer ele geçti. Böylelikle 14 Ağustosta, bütün Suriye sahili, Haçlılardan temizlendi. Sultan Eşref Halil, tahta geçtikten sonra, devlet ricâline ve babası vaktinde söz sahibi olan ümeraya karşı kötü davrandı. Bunun üzerine, vezirlerden Baydara, Sultan Eşref Halil’i bir av esnasında, işbirliği yaptığı buyrukların yardımıyla, 1293 senesi Aralık ayında öldürdü. Sultan Halil’in öldürülmesinden sonra, sırasıyla tahta geçen Nâsıreddîn Muhammed, Ketboğa, Laçin ve İkinci Baybars dönemlerinde, ülke, iç karışıklıklar ve saltanat dövüşleri ile büyük tahribata uğradı. 1310’da üçüncü defa tahta çıkanNâsıreddin Muhammed, otuz bir sene devam eden bu saltanatında, önce bütün devlet işlerini ele aldı. Önceden olduğu gibi, ümeranın kendisine tahakküm etmesine müsaade etmedi. Sultan Muhammed’in üçüncü saltanat devri, Memlûk nizamının olgunlaştığı, hükümet dairelerinin rayına oturduğu, idarede birçok yeniliklerin ve gelişmelerin yapıldığı, bazı büyük memuriyetlerin kaldırılıp, yerine yenilerinin ihdas edildiği bir devirdir. Sultan Nâsıreddîn Muhammed, bunlara ek olarak, gelir kaynaklarını düzeltmiş, iktisadî gelişmeye bağlı olarak, devletin gelirini de arttırmıştır. Nâsıreddîn Muhammed, 1341 senesinde vefat edince, Memlûk Devleti, Nâsıreddin Muhammed’in erkek çocukları ve torunlarının dönemi olarak isimlendirilen yeni bir devreye girdi. Bahrî Memlûkların çöküşüne ve Burcî Memlûkların kuruluşuna kadar devam eden bu devrenin en belirgin niteliği, Sultan Nâsıreddîn’in erkek çocuğu ve torunlarından sultan olanların çoğunun, çocuk olmalarıdır. Bu yüzden, ümeranın (buyrukların) nüfuzu yine arttı ve sultanlar kısa müddetlerle, sık sık değiştirildi. On üç sultanın başa geçtiği bu dönemde, Suriye ve Mısır’da, büyük veba salgını oldu, her gün binlerce kişi can verdiği için, toprağı işleyecek kimse kalmadı. Kudretli bir şahsiyet olan Sultan Berkuk ile iktidar, Bahrî Memlûklarından, Burcî Memlûklarına geçti. Sultan Berkuk, Çerkezlerden bir topluluğun başına geçerek kuvvetlenince, Sultan Selâhaddin’i 1382 yılında tahttan indirip, Bahrî Memlûkları devrine bitirdi. Burcî Memlûkları: Hanedan olarak Mısır Memlûkları tarihinin ikinci bölümünü, Burcî Memlûkları teşkil eder. Çerkez asıllı olan bu hanedan, 1382’den 1517’ye kadar, Mısır’a hakim oldu. Ancak bu sultanlar, dil ve kültür itibariyle tamamiyle Türkleşmiş oldukları için, devlet, Türk karakterini savundu. Memlûkları, merkeziyetçi bir idare altında toplayan Sultan Berkuk, 1399 yılında vefat edince, yerine erkek çocuğu Ferec geçti. Sultan Ferec devrinde iç karışıklıkların çıkmasından istifade eden Hıristiyanlar, harekete geçtiler. Buna, Suriye’deki iç karışıklıklar da ilave edince, Sultan Ferec, 1412 senesinde âsiler tarafından öldürüldü. Halîfe-el-Musta’nin, sultan ilan edildiyse de, çok geçmeden Seyfeddin Şeyh, Memlûk tahtına çıktı. Bunun vaktinde, nisbî bir sükûnet sağlandı. Birçok tesisler yapıldı. Seyfeddin Şeyh ölünce, yerine erkek çocuğu Ahmed geçti ise de, atabegi Tatar, idareyi ele geçirdi. Ancak Tatar’ın da saltanatı uzun sürmeyip, kısa bir süre sonra can verdi. Tatar’ın vefatından sonra sultan ilan edilen erkek çocuğu Muhammed ise, vâsisi Barsbay tarafından tahttan indirildi. Memlûk sultanlığı tarihinde büyük ün yapan Sultan Barsbay, on altı senelik saltanatında, sükûnet ve istikrarı tedarik etti. Suriye ve Mısır’da, Müslümanların yararına önlemler aldı, huzurda yer öpmek ananenini kaldırdı. 1425 senesinde, Kıbrıs’a gönderdiği donanma ile Kral Vanas’ı yenerek esir aldı ve kefaletle serbest bıraktı. Kral, kendisine tâbi olarak, her sene vergi ödedi. Ticareti geliştirmek hususunda önlemler aldı. Barsbay, Dulkadiroğulları,Ramazanoğulları ve Akkoyunlular’la da mücadele etti. 1438 senesinde ölünce, yerine erkek çocuğu Yusuf geçti ise de, atabegi Çakmak, idareyi ele geçirdi. On altı sene tahtta kalan Çakmak, Barsbay’ın siyasetini devam ettirdi. 1442’de Kıbrıs ve Rodos’a donanmalar gönderdi. Osmanlılar ve Karamanoğulları ile dostane münasebetler kurdu. Vefat edince, yerine, erkek çocuğu Osman geçti. Osman’ın çok kısa süren saltanatından sonra, iktidara Seyfeddin İnal geçti. İnal, Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul fetihnamesi gelince, büyük törenler icra ettirdi. Karamanlılar üzerine silahlı güç göndererek, Karaman’ı yağmalattı.Uzun Hasan’a karşı önlemler aldı. Kıbrıs’la ilgilenip, Lefkoşe’yi zaptettirdi. 1461 yılında ölümü ile, yerine erkek çocuğu Ahmed geçti. Ama, idareyi atabegi Hoşkadem ele aldı. Hoşkadem, ilk iş olarak, başkaldırı eden Şam ve Cidde valileriyle uğraştı. Osmanlılara karşı hasmane politika uyguladı. Uzun Hasan’ı ve Karamanoğlu İshak Beyi desteklediği gibi Dulkadıroğulları ile Fatih aleyhinde işbirliği yaptı. Kendisinden sonra tahta geçen Atabeg İlbay ve Temurboğa birkaç ay saltanat sürdüler. 1468 yılında Memlûk tahtına çıkan Kayıtbay, icraatçı hükümdarlardandı. Osmanlılarla rekabeti sürdüren Kayıtbay, Sultan Bayezid Hanla taht mücadelesine girişen Cem Sultan’ı kabul ederek, Osmanlı ülkesine yollamamakla, iki devlet arasında harp çıkmasına yol açtı. 1485-1491 yılları arasında Çukurova’da yapılan muharebelerde, iki taraf da ehemmiyetli derecede yıprandı. Neticede, Çukurova’nın gelirinin Mekke ve Medîne’ye bırakılması koşulu ile anlaşma yapıldı. Kayıtbay, 1496 yılında vefat etti. Yerine geçen erkek çocuğu Muhammed, ancak iki yıl tahtta kalabildi. Buyruklarla ihtilafa düştüğü için öldürüldü. Muhammed’den sonra Kansuh ve Canbulat tahta geçti. Bunlardan sonra Kayıtbay’ın yetiştirmelerinden, Şam valisi Kansu Gûrî (Gavri) sultan oldu. İktidara geçtiği vakit, altmış yaşını geçmiş bulunan Kansu Gûrî, kudretli ve dirayetli biri olduğunu hemen kanıtladı. Önce Mısırın başkenti’de nizam ve istikrarı tesis ederek, ümeranın büyüklerinden, güvendiği kişileri idarî kadrolara getirdi. Daha sonra devlet hazinesinin iflâs vaziyetinden kurtarılması için önlemler aldı. Kansu Gûrî’nin zamanında Memlûklar, Rumeli ve Anadolu’da devamlı genişleyen Osmanlı Devleti ile Suriye sınırından komşu oldular. Bu sırada İran’a ve Doğu Anadolu’ya hakim olan Şah İsmâil, Şiîliği yaymak suretiyle Yakındoğu’yu ele geçirmeye çalışıyordu. Yine Kansu Gûrî (Gavri) devrinde, İspanya’daki Endülüs Müslümanlarının hakim olduğu Gırnata, Hıristiyanların eline geçince, Müslümanlar zor vaziyete düştü. Mısır’ın iktisadî vaziyetiyle yakın ilgisi bulunan Hind ticaret yolu, Portekizliler tarafından tehdit edilmeye başlandı. Hindistan kıyıları, Portekizlilerin eline geçti. Kansu Gûrî, Portekiz genel valisi, Hürmüz’ü alarak, Acem Körfezini (Basra Körfezi) kapatınca, Osmanlı Sultanı İkinci Bayezid Handan yardım istedi. Osmanlı, şart olan yardımı yaptı. Buna karşın Kansu Gûrî’nin (Gavri) İran Şahı İsmail’le yakın münasebet kurması, Osmanlılarla arasının açılmasına sebep oldu. Yavuz Sultan Selim Han, Şah İsmail’i tamamen ortadan kaldırmak için ikinci Doğu Seferine çıkarken, Veziriâzam Sinan Paşa’yı kırk bin kişilik bir kuvvetle, Safevîler üzerine göndermişti. Ancak, Sinan Paşa’ya, Diyarbakır’a giderken Fırat’ı geçmek için Memlûklar tarafından müsaade verilmemesi ve Kansu Gûrî’nin (Gavri) elli bin kişilik bir kuvvetle Halep’e gelmesi, harp sebebi sayıldı. Mercidabık’ta yapılan muharebede Memlûklar, kısa bir sürede mağlup oldular. Kansu Gûrî’nin muharebeden sonra kaybolmasıyla, Memlûk tahtınaTomanbay geçti. Halep, Hama, Humus ve Şam’ı alan Yavuz Sultan Selim Han, Tomanbay’a bir nâme göndererek, kendisine tâbi olması koşuluyla Gazze’den itibaren güneyde kalan toprakları Memlûklara bırakacağını bildirdi. Tomanbay, bu teklifi kabul etmedi. 23 Ocak 1517’de Ridâniye’de, Yavuz Sultan Selim Hanın taarruzuna karşı koyamayarak mağlup oldu. Mısırın başkenti’de ve Sait taraflarında mücadelesini devam ettirdi ise de, yakalanarak idam edildi. Böylelikle 1250 senesinde kurulan ve 267 sene süren Mısır Memlûk Sultanlığı, bitti. Halîfelikle birlikte, kutsal yerlerin himayesi de Osmanlıların eline geçti. Memlûklar, sultanın kendi kölelerinin, idarenin en üst kademesinde bulunduğu karışık bir hiyerarşik sisteme sahipti. İktidarın bünyesindeki başarı için, gulâm sistemi asaldı. Zira eski Memlûkların erkek çocukları da dahil olmak üzere, hür unsurlar, orduda ikinci derecede bir yer teşkil ediyorlardı. Saltanatın istikrarsızlığı nedeniyle, hükümdarların kolayca değiştirilmelerinden anlaşıldığı üzere, sultanın salt iktidarı, büyük buyruklar ve bürokrasi tarafından denetleniyordu. Mevzular dîvânda görüşülüp, karara bağlanırdı. Memlûkların asker ihtiyacı, Kafkasya’dan ve Kıpçak bozkırlarından karşılanırdı. Sultan ve kumandanların idaresindeki Memlûklu ordusu, muharip olmasından, sevk ve idaresindeki mükemmelliğinden, Haçlı ve Moğol saldırılarını bölgeden uzaklaştırmakla, İslâm ülkelerini büyük tehlikelerden ve tahriplerden savunmuşlardır. Memlûklar, Eyyubîler’in siyasetlerini devam ettirdiler. Resmî yazışmalarda, Arapça’yı kullandılar. Ordu ve sarayın konuşma dili, Kıpçak Türkçesi olup, Oğuz Türkçesi de geçerliydi. Kültür bakımından gelişmiş olan Memlûklar, Mısır’da pek parlak bir uygarlık devresi açtılar. Memlûklar devrinde, Mısır ve Suriye’de büyük binalar yapıldı. İdareci, kumandan ve aynı zamanda bazı esnaf cemaatleri, büyük şehirlerde camiler yaptırdılar. Mısırın başkenti’deki Baybars, Kalavun, Muhammed Nâsır, Sultan Hasan, Berkuk, Müeyyed, Kayıtbay Ulu camileri ve Trablus, Şam, Halep eyaletleri camileri ile Mısırın başkenti, Halep, Şam ve Birecik kaleleri bunların belli başlılarıdır. Devlet memuru ihtiyaçlarını karşılamak üzere, Mısırın başkenti’de mektep açmışlardır. Burada tahsilini bitirenler, mülkî ve askerî memur olarak göreve atarlardı. |
Bookmarks |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | Arama |
Stil | |
| |