12-09-2015, 10:24 PM | #1 |
Senior Member Üyelik tarihi: Apr 2015
Mesajlar: 14.126
| Safevî Devleti (Safevîler) Tarihçesi Safevî Devleti veya Devlet-i Safevîyye (Farsça: صفویان, Azerice: Səfəvîlər Dövləti) 1501 ve 1736 seneleri arasında bugünküAzerbaycan, İran, Ermenistan, Irak, Afganistan, Türkmenistan ve Türkiye’nin doğu kesiminde varlığını sürdürmüş, tarihte ilk defa Şiî Onikiciliğiniresmî mezhep olarak kabul etmiş olan halkları yönetmiş ve Azerbaycan’ın varis olduğu hâkim hanedanın devletidir. Safevi Devleti’nin kuruluşuna destek veren Türkmen boyları şunlardır; Şamlı, Afşar, Kaçar, Tekeli, Humuslu, Ustaclu, Dulkadirlu, Varsaklar İsmail Safevi, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın torunu olan Akkoyunlu Elvend Mirza’yı Şarur (Nahçıvan) yakınlarında yendikden sonra 1501 seneyin temmuz ayında Tebriz’de kendisini Şah duyuru etti. I. İsmail, bütün Azerbaycan’ı imparatorluğa dahil edince Azeri Türkleri Safevîordusunun asal nüvesini teşkil etmiştir. Bundan sonra tüm İran’ı ele geçirerek, Mayıs 1502’de resmen İran Şahı olan I. İsmail sonraki 250 senede Orta Doğu’ya büyük tesir yapacak bir Şiîdevletinin temelini atmıştır. Cüneyd, Bâtınîlerin fikirlerinin tesirinde kalarak, doğru yoldan ayrıldı. Ehl-i sünnet itikadında olan Müslümanların nefretini kazanan Cüneyd, baba ve dedelerinden dolayı kendisine gösterilen saygı ve sevgiyi istismar edip, politikaya karıştı. Bölgeye hakim olan Karakoyunlular’a karşı, ara ara ayaklanmalar tertip etti. Bu yüzden memleketini ayrılmaya mecbur kalarak, bir ara Osmanlılar’a ve Karamanoğulları’na sığındı. Ancak, sapık fikirlerinden dolayı buralarda da tutunamadı. Güney ve Güneybatı Anadolu ile Suriye’nin kuzeyindeki Türkmenler arasında sapık fikirlerini yayarak, bu bölgede bir beylik kurmaya çalıştı. Lakin Mısır Memlûk hükümdarlarının müdahalesiyle başarısızlığa uğradı. Sonra Trabzon ve Canik bölgesine gittikçe burada faaliyetlerde bulundu. Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan, Şeyh Cüneyd’in nüfuzundan yararlanmak üzere, onu kızkardeşi Hadîce Begüm’le izdivaç ettirdi. Bu evlilikten, Haydar isminde bir erkek çocuğu dünyaya geldi. Gürcistan ve Çerkez ülkelerine seferler tertip etti. Şirvan hükümdarı Halil ile yaptığı muharebede can verdi (1460). Fikrî temelleri, Eshâb-ı kirâm düşmanlığına dayanan bir devlet kurmayı gaye edinen Cüneyd’in yerine, erkek çocuğu Haydar geçti. O da açıkça Eshâb-ı kirâm düşmanlığını yaymaya çalıştı. Dayısı Uzun Hasan’ın kızı Halime Begüm Âlemşâh’la izdivaç etti. Bu evlilikten, ünlü Şâh İsmâil dünyaya geldi. Akkoyunlularla akrabalık bağlarını daha da pekiştiren Haydar, gücünü arttırdı. Kendine tâbi olanlara, kızıl başlıklar giydirdi. Bu sebeple ona tâbi olanlara “Kızılbaş” isimi verildi. Babasının öcünü almak üzere, Şirvan hükümdarı Ferruh Yesâr üzerine yürüdüyse de, 1488’de yapılan savaşta can verdi. Haydar’ın ölümünden sonra, İsmâil’in de aralarında bulunduğu çocukları, anneleriyle beraber, dayıları ve Akkoyunlu sultanı olan Yakub tarafından hapsedildiler. Sultan Yakub’un 1490’da ölümünden sonra, İsmâil ve kardeşleri, anneleriyle birlikte serbest bırakıldılar. Büyük kardeşleri olan Sultan Ali, Safevîlerin başına geçti. Daha sonra Akkoyunlularla araları iyice açıldı. 1493’te Akkoyunlularla yaptığı bir muharebede, Sultan Ali’nin ölümünden sonra Safevîler dağıldı. Sultan Ali, can vermeden önce yerine daha altı yaşında olan kardeşi İsmâil’i veliaht atamıştı. İsmail ve kardeşi İbrahim’in başına bir iş geleceğinden korkan Safevîler, onları gizlediler. Bir süre Gilan’a götürülen İsmâil, orada altı seneden fazla kaldı. Akkoyunlu Hükümdarı Sultan Rüstem’in can vermesi üzerine olan kargaşalıktan yararlanmasını bilen Safevîler, çocuk yaşta olan İsmail’in çevreninde toplanıp, Akkoyunlu tahtında hak öne sürdüler. Çoğu Anadolu’da bulunan bir hayli Türkmen kabilesini de yanlarına alarak, Arran (Karabağ) ve Şirvan’ın bir bölümünü ele geçirdiler. Âzerbaycan üzerine yürüdüler. Akkoyunlu hükümdarı Elvend Beyi, mağlubiyete uğrattılar. Tebriz’e dönen İsmail bin Haydar’ı, 1501’de şah duyuru ederek, Safevî Devletini kurdular. Şah İsmail Safevî, evvela etrafındaki beylik ve devletlerle savaşıp, bazılarını hakimiyeti altına aldı. Şiîliği yayarak, Tebriz’de on iki imam hesabına hutbe okutup, kendi hesabına para bastırdı. Akkoyunlular, elden çıkan topraklarını ele geçirmek için girişime geçtilerse de başarılı olamadılar. Doğuda bulunanTimurlu Devleti de zayıflamıştı. Kendini kuvvetli hisseden Şah İsmail, 1502-1503’te Irak üzerine yürüyüp Akkoyunlu Hükümdarı Murad Beyi yenerek Şiraz’ı ele geçirdi. Kazerûn’u alıp, pek çok Sünnî âlim ve Müslümanı kılıçtan geçirtti. Yezd ve İsfahan’ı da istilâ ederek, sapık fikirlerini kabul etmeyen Müslümanlara zulüm yaptı ve kabul etmeyip itiraz edenleri öldürttü. Anadolu içlerinde ve Osmanlı topraklarına da fikirlerini yaymaya girişim etti. İsfahan’da bulunduğu sırada, Osmanlı Padişahı İkinci Bayezid Han, elçiler göndererek fikirlerinden vazgeçmesini ve Sünnî Müslümanlara karşı uyguladığı zulmü durdurmasını istedi. Bir taraftan Osmanlı hükümdarlarına bağlılığını bildiren Şah İsmail, diğer taraftan Sünni Müslümanlara karşı zulüm hareketini devam ettiriyordu. 1505’te Kazvin’e gelerek, Hâlid bin Velid’in soyundan olan Hâlidîleri topluca katlettirdi. 1507’de, Dulkadiroğlu Alâüddevle Beyi mağlup edip, Erciş, Ahlat ve Bitlis’i ele geçirdi ve Elbistan’a kadar ilerledi. İşgal ettiği yerlerde on binlerce Sünnî Müslümanı katlettirdi. Hakimiyet alanını genişleten Şah İsmail, Irak-ı Arab’a sefer tertip etti. 1509’da Bağdat’ı istilâ etti. Burada bulunan Sünnî âlimlerinden pek çoğunun türbelerini tahrip ettirip, Sünnî Müslümanları topluca katlettirdi. Bir müddet sonra, Huzistan üzerine yürüyerek burayı zaptetti. Horasan’ı fetheden Özbek Hükümdarı Muhammed Şeybek üzerine yürüyerek, 1509’da Merv civarında Özbek kuvvetleriyle karşılaştı. Bu muharebede Muhammed Şeybek Han yenildi. Muhammed Şeybek Hanın kafatasını kendisine şarap kadehi yapan Şah İsmail, derisine saman doldurup, zaferine alamet olmak üzere Osmanlı Sultanı İkinci Bayezid Hana gönderdi. Bu galibiyetten sonra kendini güçlü hisseden Şah İsmail, Mâverâünnehir üzerine yürüdü. Özbeklerin sulh talebi üzerine, Belh ve birkaç vilayeti zaptettikten sonra, Irak’a döndü. Şah İsmail, bir taraftan seferler tertip ederek ülkesini genişletmeye çalışırken, diğer taraftan derviş kılığında ve tarikat üyesi isimi altında pek çok taraftarını, komşu ülkelere, özellikle Osmanlı topraklarına göndererek başkaldırı ve karışıklıklar çıkarttı. Bunlardan Şah-kulu veya İblis-kulu diye bilinen Karabıyıkoğlu, üzerine gönderilen Osmanlı kuvvetlerini, peş peşe bozguna uğrattı. Kütahya’yı tahrip etti. Veziriâzam Ali Paşa ile giriştiği muharebede öldürüldü ise de Ali Paşa da şehit düştü. Anadolu’daki isyanlar üzerine, İkinci Bayezid Han, Safevîlere meyledenlerin İran’a gitmelerini yasaklayarak, bunların bir bölümünü, Rumeli’ye sürgüne gönderdi. Şah İsmail, taraftarlarının kendisini ziyarete gelmelerinin yasaklandığını haber alınca, İkinci Bayezid Hana mektup yazarak onların gönderilmelerini istedi. İkinci Bayezid Han ise yazdığı mektupta, İran’a gidenlerin Şahı ziyaret için değil, askerlikten kaçmak için gittiklerini bildirdi ve Şah İsmail’in isteğini yerine getirmedi. Bu sırada Şah İsmail’in, Osmanlı Devleti için içten ve dıştan büyük bir tehlike arz etmeye başladığını, Osmanlılara karşı Mısır Memlûk Sultanı Kansu Gûrî (Gavri) ile anlaştığını tespit eden İkinci Bayezid Han, ihtiyaç duyulan önlemleri aldı. Ancak rastgele bir harekete geçmedi. Yavuz Sultan Selim Han, Osmanlı padişahı olunca, Anadolu’da bulunan Safevî taraftarlarına karşı takibata girişti. Özbek Hanına haber göndererek, Şah İsmail’e karşı harekete geçmesini istedi. Şah İsmail’e de, ağır hakaretlerle dolu mektuplar yazarak, onu savaşa girmeye tahrik etti. Nihayet, 23 Ağustos 1514’te Çaldıran’da yapılan savaşta, ağır yenilgiye uğrayan Şah İsmail, muharebe alanından kaçtı (Bkz.Çaldıran Savaşı). Bu sırada Özbekler, Horasan’ı tekrar ele geçirdiler. İçkiye ve işrete düşkün olan Şah İsmail, devlet erkânının isteği üzerine, henüz bir yaşında olan erkek çocuğu Tahmasb’ı, veliaht atadı. 1524’te Erdebil’in Serab kasabasında can verdi. Şah İsmail’in ölümünden sonra, yerine, henüz on yaşında bulunan büyük erkek çocuğu Ebü’l-Muzaffer Tahmasb geçti. Yeni Şahın çocuk olması, kimi karışıklıklara neden oldu. Hattâ, bazı kabileler, kendi bölgelerinde bağımsız hareket etmeye başladılar. Bu vaziyetten istifade eden Özbekler, birçok kere Horasan’ı zaptettiler. Şah Tahmasb’ın daha sonra Horasan’a atadığı vali, bu bölgeyi hakimiyeti altına aldı. Bitlis Hakimi Haysiyet Beyin, Safevîlere itaat etmesi, Osmanlı silahlı gücünün, Safevîlere karşı sefer açmasına kapı araladı. Bu sırada Özbekler, Horasan’ı tekrar zaptettiler. Osmanlı silahlı gücünün, Irakeyn Seferinden dönmesini fırsat bilen Şah Tahmasb, Özbek Hanı Ubeydullah Han üzerine yürüyerek Herat ve Kandehar’ı tekrar aldı. Elkas Mirzâ emirindeki yirmi bin kişilik bir silahlı gücü da, Şirvanşâhların idaresindeki Şirvan üzerine gönderdi. Bu silahlı güç, 1538’de Şirvan’ın ehemmiyetli kalelerini ele geçirdi. Gürcülerle de mücadeleye girişen Safevîler, uzun çarpışmalardan sonra, onları hakimiyetleri altına aldılar. Bu sırada, Avrupa seferleri nedeniyle, Osmanlı-Safevî münasebetleri bir müddet suskun kaldı. Ancak, Safevî kumandanlarından Elkas Mirzâ’nın, Osmanlılara ilticâ etmesinden sonra Kanunî Sultan Süleyman, 1548’de Tebriz üzerine bir sefer daha tertip etti. Meren civarında, Safevî ordusu, Osmanlılara yenildi. Kanunî Sultan Süleyman Hanın vefatından sonra, Osmanlı-Safevî münasebetlerinde suskunluk hakim oldu. Şah Tahmasb, İkinci Selim ve Üçüncü Murad’ın cüluslarında (tahta çıkışlarında) İstanbul’a elçi göndererek, cülus tebriknâmesi ve armağanlar sundu. 53 sene gibi uzun bir süre saltanat süren Şah Tahmasb, hükümet merkezini Tebriz’den Kazvin’e nakletti. Tezkire-i Şah Tahmasb isimiyle bilinen kendi hâl çevirisini (otobiyografisini) yazan Şah Tahmasb, veliahd tayini hususunda Kızılbaş reisleri arasında çıkan ihtilaf nedeniyle, 15 Mayıs 1576’da zehirlenerek öldürüldü. Şah Tahmasb’ın ölümünden sonra erkek çocuğu İsmail Mirzâ, İkinci Şah İsmail unvanıyla tahta geçti. Bir takım Kızılbaş ileri gelenlerini ve diğer şehzadeleri ortadan kaldırdı. Ehl-i sünnetin dört hak mezhebinden Şafiî mezhebini seçenek edip, âlim geçinen ve Eshâb-ı kirâm düşmanı olan kimseleri, sarayından uzaklaştırdı. Ehl-i sünnet âlimlerine karşı alaka duyup, onları sarayına aldı. Osmanlılarla antlaşma yaptı. Devlet kademelerinde bulunan Kızılbaşları azledip, yerlerine, kendine tâbi, ama deneyimsiz kimseleri getirmesi, Eshâb-ı kirâm düşmanlarının karşı çıkmasına yol açtı. Bir yıl kadar saltanatta kaldıktan sonra, 1577’de düşmanları tarafından zehirlenerek öldürüldü. Şah İkinci İsmail’in vefatından sonra, yerine kardeşi Muhammed Hudâbende geçti. Âmâ olan bu hükümdar, idareden âciz olduğu için, memleketi eşi idare etmeye başladı. Yerine de Hamza Mirzâ’yı veliaht atadı. Şah İkinci İsmail vaktinde Osmanlılarla yapılan anlaşma bozulduğundan, Osmanlı Sultanı Üçüncü Murad Han tarafından Safevîlere harp duyuru edildi. Vezir Lala Mustafa Paşa kumandasındaki silahlı güç, Safevîleri, Delir Ovasında yendi. Tiflis ve Şirvan bölgeleri, Osmanlıların eline geçti. Safevîler, kaybettikleri toprakları geri almak üzere girişime geçtilerse de, başarılı olamadılar. Bu vaziyet karşısında Şah Hamza Mirzâ, sulh isteğinde bulundu. Ama, 1586’da Şah Hamza Mirzâ da öldürüldü. Şâh Hamza Mirzâ’nın öldürülmesinden sonra, yerine atayacak veliaht hususunda Kızılbaş reisleri arasında anlaşmazlıklar çıktı. Nihayet 1588’de, Abbas Mirzâ, Safevî tahtına geçti. Şah Abbas, tahta geçtikten sonra, Osmanlılarla sulha taraftar olan buyrukları katlettirdi. Özbek Hanı Abdullah Hanın, Herat’ı zapt ederek, Meşhed üzerine yürüdüğünü duyup, onu durdurmak için Horasan’a hareket etti. Bu sırada, Ferhat Paşa kumandasındaki Osmanlı silahlı gücü, Gence’yi; Sinan Paşa kumandasındaki Osmanlı silahlı gücü da Nihavend’i ele geçirdi. Doğuda Özbek, batıda Osmanlı kuvvetlerinin tehdidi altında kalan Safevî devletinde iç başkaldırılar başgösterdi. Şah Abbas, iç başkaldırıları bastırmak için Osmanlılarla anlaşmak istedi. Sulh için İstanbul’a bir elçi gönderdi. 1590’da yapılan antlaşmayla, İran’da; Peygamber efendimizin Ashâbına ve halifelerine hakaretten vazgeçilmesi, Sünnî olan Müslümanlara karşı kötü hareketlerde bulunulmaması kararlaştırıldı. Âzerbaycan, Şirvan, Gürcistan, Karabağ ve Lûristan’ın bir bölümü Osmanlılarda kaldı. Şah Abbas, Osmanlılarla bu antlaşmayı imza attıktan sonra, içerdeki karışıklıkları bastırdı. Özbekleri de Horasan’dan uzaklaştırdı. Devlet merkezini de Kazvin’den İsfahan’a nakletti. “Şahsevenler” isimi verilen yeni bir ordu da kuran Şah Abbas, Avrupa devletleriyle sıkı münasebetler kurmaya başladı. İçeride istikrarı sağladıktan sonra, Osmanlıların fethettiği yerleri, geri almaya teşebbüs etti. Çok acımasız ve kan dökücü olan Şah Abbas, Basra Körfezindeki adaları da Portekizlilerden aldı. 42 yıl saltanat sürdükten sonra, 1628’de can verdi. Şah Abbas’ın ölümünden sonra torunu Sam Mirzâ, Şah Birinci Safî unvanıyla tahta geçti. Zalim bir şahsiyete sahip olan Sam Mirzâ da, Özbekler ve Osmanlılar’la uğraşmaya devam etti. Van bölgesini Osmanlılardan almaya teşebbüs etti. Bunun üzerine Osmanlı padişahı Dördüncü Murad Han, Revan Seferine çıktı. Daha sonra da Bağdat üzerine yürüyüp, bu bölgeyi net olarak Osmanlı hakimiyetine aldı. Şah Birinci Safî, 1642’de ölünce, yerine on yaşındaki erkek çocuğu İkinci Abbas geçti. Onun da 1667’de ölümünden sonra, erkek çocuğu Safî Mirzâ, Şah Birinci Süleyman unvanıyla tahta geçti. Şah Birinci Süleyman vaktinde İran halkı, istikrar içinde yaşadı. 1694’te ölünce, yerine Sultan Hüseyin geçti. Yirmi beş seneden fazla tahtta kalan Sultan Hüseyin, Sünnî Müslümanlara çok zulmetti. Halk tarafından da pek sevilmeyen Sultan Hüseyin’in, Afganlılarla arası açıldı. Kandehar Valisi Mîr Üveys, 1709’da bağımsızlığını duyuru etti. Mîr Üveys’in erkek çocuğu Mahmud, 1722’de İsfahan’ı ele geçirerek, Şah Hüseyin’i Safevî tahtından uzaklaştırdı. Bu sırada, Safevî Hanedanının, Mahmud’un eline tutsak düşmesini istemeyen İran devlet adamları, Şah Hüseyin’in erkek çocuğu İkinci Tahmasb’ı, Kazvin taraflarına kaçırdılar. Aslen Avşar olan Safevî kumandanlarından Nâdir’in çabalarıyla Afganlılar, İran’dan uzaklaştırıldıktan sonra, 1722’de İkinci Tahmasb, Safevî tahtına çıkarıldı. Ama memlekette iç karışıklıklar baş gösterdi. Sünnî Müslümanlara zulüm ve kıyım hareketleri arttı. Osmanlılar, Sünnî Müslümanların bulunduğu bir takım şehirleri Safevîlerin elinden kurtarmaya karar verdiler. Erzurum Valisi Silahtar İbrahim Paşa kumandasındaki silahlı güç, 1723’te Tiflis bölgesini ele geçirdi. Rus Çarı Deli Petro, bir takım toprakların Rusya’ya verilmesi karşılığı, Afganlıları İran’dan çıkarmayı vaad etti. Antlaşma imza attı. Şah İkinci Tahmasb, Osmanlılarla da anlaşmak üzere elçiler gönderdi. Ama Osmanlılar, bu önerisi kabul etmediler. Nihayet Osmanlı silahlı güçleri, üç koldan İran üzerine yürüdü. 1723’te Kirmanşah ve Erdelen eyaletinin merkezi olan Sine şehrini aldılar. Köprülüzade Abdullah Paşa kumandasındaki ordu da, 1724 Mayısında Tebriz önüne geldi. Şah İkinci Tahmasb’ın kumandasındaki Safevî ordusu, Osmanlılara karşı şiddetle savaştı. Fakat, bütün çabalarına karşın, iki aylık bir abluka etmeden sonra Tebriz, Osmanlıların eline geçti. Ordu, Revan üzerine yürüdü. İran topraklarını ele geçirmeleri, Osmanlıları, Rusya ile karşı karşıya getirdi. Nihayet 24 Haziran 1724’te, İstanbul’da yapılan bir toplantıda, İran topraklarının, Rusya ile Osmanlı Devleti arasında taksim edilmesi kararlaştırıldı. Memleketi; Afganlılar, Osmanlılar ve Ruslar tarafından taksim edilen Şah İkinci Tahmasb, Fransa aracılığıyla, bu anlaşma ve taksimata itirazda bulundu ve anlaşmayı kabul etmeyeceğini izah etti. İran’a karşı tekrar harp ilan eden Osmanlılar, önce Lûristan eyaletinin belli başlı şehirlerini aldılar. 1724’te Hemedan ve Nihavend’i de ele geçirdiler. İkinci Tahmasb’ın şahlığı, 1731’e kadar devam etti. Ancak, bu devirde idare, Avşarlı Nâdir Şah’ın elinde idi. Nâdir Şah, 1730’da Afganlıları İran’dan çıkardı. Başşehir İsfahan’ı geri aldı. Ahmed Paşa vaktinde Bağdat’ı abluka etti. Sekiz ay sonra İstanbul’dan Topal Osman Paşanın ordusu gelince, abluka etmeyi kaldırıp kaçtı. Nâdir Şah, 1731’de Şah İkinci Tahmasb’ı saltanattan uzaklaştırarak, onun yerine küçük yaştaki erkek çocuğu Üçüncü Abbas’ı, Safevî tahtına çıkardı. O vakte kadar zati bağımsız hareket eden Nâdir Şah, Üçüncü Abbas’ın 1736’da can vermesinden sonra, İran’da idareye hakim oldu. Böylelikle iki yüz seneden fazla karar süren Safevî Hanedanı son buldu. Safevîlerde kültür ve uygarlık: İlk zamanlar Akkoyunlu Devletinin idarî örgüt ve kurumlarını kabul eden Safevîler, daha sonra Osmanlılardaki idare usulü ve kurumlarıyla idare edildiler. Salt hakimiyet sahibi olan Şahın bir müşavere (müracaat etme) meclisi vardı. Şahlık, babadan oğula kalırdı. Şahtan sonra en büyük devlet adamı Vezîriâzamdı. İtimâdüddevle unvanıyla da hatıralan Vezîriâzam, şahın vekiliydi. Safevî devlet örgütünde, itimâdüddevleden sonra ikinci ehemmiyetli görev, bütün adlî işlere bakan Dîvân beyliği ve Kâdılkudât isimi verilen makamdı. Diğer önemli bir rütbe de, Meclis-nüvis veya Vekâyi-nüvisti. Safevî devlet ricâli arasında, Vezîriâzamdan sonra, Kurcıbaşı, Kullarağası, Eşikağasıbaşı ve Tüfekçibaşı gelirdi. Vezîriâzam, Dîvân beyi, Vekâyi-nüvîsle birlikte devlet ileri gelenleri, toplam yedi kişi olurlar ve önemli devlet işlerine istişare ile karar verirlerdi. Taşra örgütü ise, vali veya beylerbeyi tarafından idare edilen eyaletlere ayrılmıştı. Silahlı güç örgütü da Akkoyunlu silahlı güç örgütüne çok benzerdi. Şah Abbas devrinden itibaren silahlı güç, iki bölümden oluyordu. Birinci bölüm, İran’ın her tarafına dağılmış olan ve savaş vakitlerinde eyalet valileri tarafından toplanarak merkeze gönderilen sürekli süvarilerdi. İkincisi ise, Şah Abbas tarafından alana kazançlan ve Şahsevenler isimi verilen yeni silahlı güçtü. Bu yeni silahlı güç, Tüfekçiler, Kullar ve Topçulardan oluyordu. Safevîler devrinde, İran’da, canlı bir ilim hayatı yoktu. Yalnız Şiî fıkhıyla ilgilenen ve müftî denilen kimseler vardı. Bunun haricinde bir ilmî çalışmaya pek rastlanmazdı. Safevîler devrinde yetişen Bahâî, Mîr Dâmâd ve Molla Sadra gibileri, o devrin ilmî şahsiyetleri arasında sayılabilir. Bahâî; matematik, astronomi ve tıpta üstün bir düzeye erişmiş ve bu konularda bir hayli yapıt vücuda getirmişti. Mîr Muhammed Bâkır-ı Esterâbâdî de felsefe ve matematikte devrinin ünlü bilginleri arasında bulunmuştu. İsfahan’da yetişen Molla Sadra (Sadreddîn Muhammed bin İbrâhim-i Şirâzî) tefsir, hadis, fıkıh ve felsefe öğrenmiş ve bu konularda bir hayli yapıt yazmıştı. Molla Muhsin Feyzî Kâşânî, şâir olarak şöhret kazanmış ve pek çok kitap ve risale yazmıştır. Safevîlerden önce doruğa erişmiş olan Fars edebiyatı, bu dönemde pek ilerleme kaydedememiştir. Abdurrahmân-ı Câmî ve Celâleddîn Devânî gibi Sünnî şâir ve münşîler, Safevîlerin ilk vakitlerinde yetişmişti. Türkçe’nin resmî dil olarak kabul edilmesi nedeniyle, Azerî edebiyatı da ehemmiyet kazanmıştı. Fuzulî, bu dönemde yetişen şairlerdendir. Ancak, pek itibar görmemiştir. Yeniden Avşar Türklerinden olan Sâdıkî, Mecmâü’n-Navâs isimli tezkiresini, Ali Şir Nevâî’ye zeyl mahiyetinde, bu devirde yazdı ve bunu diğer yapıtlar izledi. Aynı devirde bir takım tarihçiler de yetişti: Tevekkül bin İsmâil bin Bezzâr el-Erdebîlî, Kadı Ahmed Gaffîrî-i Kazvînî, Hasan Bey Rumlu, Celâl Müneccim, İskender Münşî, Vahhid-i Kazvînî ve Şeyh bin Şeyh Abdüzzâhidî bunlardandır. Safevîler döneminde güzel sanatlara ehemmiyet verilmiştir. Özellikle, camiler, türbeler ve saraylar gibi mimarî yapıtlar alana getirilmiştir. İsfahan’da bulunan Nakş-i Cihân Alanı, Ali Kapı, Şeyh Lütfullah Camii, Şah Camii, Hıyâbânı Çehâr-bağ, Allahverdihan Köprüsü, Çihl Sütûn ve Heşt-Behişt sarayları bu devirlerde yapılan belli başlı mimarî yapıtlardandır. Ayrı olarak Şah İsmail devrinde oldukça alaka gören hat sanatında ta’lik, nesta’lik, dîvânî, siyâkat ve müsennâ stilinde yapıtlar alana getirilmiştir. Tezhib, başka bir deyişle süsleme sanatı da bu devirde yüksek düzeye erişmiş, kitaplara altın suyu ile süslemeler yapılmıştır. Safevîler devrinde minyatür sanatı ileri gitmiş olup, silâh, halı ve diğer süsleme sanatlarında madenlerden yapılan süs ve şekillere rastlanır. Halı dokumacılığı da gelişmiş olup, acem halıları isimiyle ünlü halılar, bu devrin yapıtlarıdır. İpekten dokunan bu halılar, hayvan ve kuş resimleriyle süslenmişti. Safevîler devrinde, İran’da, kumaş imalatı, çinicilik, ciltçilik, reymecilik ve tahta işlemeciliği gibi sanatların da oldukça geliştiği görülür. Safevî Hükümdârları / Tahta Geçişi Şâh İsmâil – I 1501 I. Tahmasb 1524 Şâh İsmâil – II 1576 Muhammed Hudâbende 1578 Şah Abbâs – I 1588 I. Safî 1629 II. Abbâs 1642 I. Süleymân (II. Safî) 1666 I. Hüseyin 1694 II. Tahmasb 1722 III. Abbâs 1732 II. Süleymân 1749 III. İsmâil 1750 II. Hüseyin 1753 Muhammed 1786 (III. Abbâs’tan Muhammed’e kadar olan son beş hükümdâr, İran’ın bâzı bölümlerinde ismen hükümdârdır.) |
Bookmarks |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | Arama |
Stil | |
| |